ÖZ
ELEŞTİRİ
Acı ve öfke beyninden
yüreğine düşmüşse;ve her sabah aynada kendini çıplak yüzünle göremiyorsan,
kin takılıyorsa boğazında bir yerlere, inan içinde beslediğin karanfilin taç
yaprakları bir bir dökülmeye başlamıştır. Avcuna. Artık en kudurmuş korkular
sinmiştir yüreğine. Kan ter içinde sabahlar bekliyordur, yanı başında. Kin
kapını çalmaktadır artık. Ve sevgi hiç kimsenin bilmediği bir cesettir,
gönlünün morgunda hapis. Artık göz yaşların bile temizleyemez, korku
bulaşmış yüreğini. Ve karanlık bir gelecek kovalar seni, soluğun kesilene
dek. Kendi içinde beslemekten kıvanç duyduğun yaratık hazırlayacaktır
ölümünü.
Ve giyotin...
Hayal bile edemezdin değil mi? Yok ettiğin onca sevginin bir gün seni
böylesine sıkıştıracağını. Oturup düşler kurmalısın artık, kaçmak,
uzaklaşmak, saklanmak üzerine ama kendinden ne kadar
uzaklaşabilirsin ki. İşte aynalardır seni korku dolu kabuslara götüren ve
kendi suretin seni korkutacaktır. Kurumuş bir surat dişleri dökülmüş,
derileri pul pul. Ve işte o giyotinde ölüme en yakın omurgalısın
artık. Tam tepende keskinlikten ışık kümeleri saçan bir demir parçası. Öyle
ki sana dokunduğu andan itibaren artık sen kendine dokunamayacaksın.
Sevgilinle öpüşmelerini hatırla; nasılda alay ederdin. Mesela asla gözlerini
kapatmazdın, onun mayışmış yüzünü görmek için. Kirlettiğin aşklar ve kan
birbiri ardına gelmez mi sanıyordun. İşte ikisi de yan yana. İyi gözle
belki de bu gördüğün son mavi. Sahiden bu gün gökyüzü daha mı
değişik?
Ve vedalar...
Nasılda için için gülerdin vedalaşırken. Sanki onun ağlayışlarıyla tatmin
oluyor gibiydin. Hele o yalvarışlar... oysa sen ağlamaya bile fırsat
bulamayacaksın. Bitti nasılda kolay söylerdin bu kelimeyi.
Hayatın söz konusu olunca ne kadar da zor değil mi? Senden boşalacak iki
damla kan onun göz bebeklerinden nasılda fışkırsın isterdin. Sanki havadaki
o kokuyu duyuyor gibisin. O endişe kokusunu, o göz yaşı çığlığını. Nasılda
eğlendirirdi seni feryat figan ağlamalar.
Ve sadakat...
Hiç birine sadık kalmadın. Hatta hayata bile, hatta kendine bile. Oysa
şimdi bileklerini zorlayan zincire ne kadar da sadıksın.
Ve sevişmeler...
Seninle sabahlara dek sevişmek isteyenlere burun kıvırırdın. Hatta
onlarlayken başkalarının hayalini kurardın. Şimdiyse kendi başına aciz bir
mastürbasyondan bile o kadar uzaksın ki. Ve hala kin kusuyorsun etrafına bu
hakkı kendinde nasıl görüyorsun şaşıyorum doğrusu. Bir çiğdem bile
koklamadan uykulara dalmak isterdin hep; ancak koynunda hep en nadide
çiçekler oldu. Kendini keşfetmek istemezdin hiç, başkalarının da seni
deşifre etmesini istemezdin ki tüm acizliğin artık gözler önünde. Belki son
arzun herkesi ve hatta her şeyi deli gibi sevmek olacaktı ama susmaktan öte
bir adım dahi atamadın. Ve giyotinin kekin bıçağı boynuna dokundu.
Ne manası var ki artık.
Sabahları
erken kalkmanın. Duş almanın. Çok sevdiğin kurabiyeleri yemenin. Yalanlar
söylemenin. Ayağındaki sır gibi sakladığın nasırın. Sabahları ağzının
kokmasının. Yükseklik korkunun. Yolda yürürken çizgilere basmamak için çaba
sarf etmenin. Haftalık karikatür dergilerinin. Cinsel güdülerinle yazdığın
mektupların. Akşamları aç karnına uyumanın. Uyanır uyanmaz içtiğin
sigaranın. Ve inan tek manası olan şey; suratına sıçrayan kan...
Uykusuzluk değil gözlerinin
kapanmasının sebebi, bilmem farkında mısın? bedeninle başın artık temas
etmiyor birbirine. Boşuna uğraşma düşler göremezsin. Bense son noktadayım ve
vicdanım öyle rahat ki. Bir kerecik olsun dürüst ol.
Söyle ruhum
sence öldürülmeyi hak etmedin mi?
(kendi
başımayım artık, aşağılanmakta zorum değil........ Hepimiz dağıldık.......
Aşk, ruhum, ben ve tüm hayatıma girenler!!!
Yalnızken
aklıma geldi.... hepinizden özür diliyorum.)
20.06.2002 Ulaş KÖKSAL
|