DALAKÇI GENÇLİK İlk An İlk Analiz

23.04.11

Günel Erdem

Anasayfa
Yukarı
ANKARA
Otobüs
Avrupa I
Avrupa II
Avrupa III
TÖRÖRİST
İlk An İlk Analiz
10 Kasım

 

                              İLK   AN,   İLK    ANALİZ

 1997 Subat ayında Almanya’ ya ilk adım attığımda Asyadan gelen biri olarak Avrupayı merak ediyordum.

            Almanya’ da Avrupa ve Avrupalılardan daha ilginç olanı, orada yaşayan Türkler. Bu diger Avrupa ülkeleri içinde geçerli olabilir.

            Şehre alıştıktan bir süre sonra gittiğim bir markette, sebze reyonunda dolaşan yaşlı bir amca peynir reyonundakıi eşine bağırıyordu.

-          Gızzzz! Pendir aldın mı?

-          Heee! Aldım la aldım.

 

Daha sonra tanıdıklarıma tarifle sordugum bu kişinin, Nevşehir’den gelme ilk

kuşak işcilerden olduğunu öğrendim. Adamcağız hiç değişmemiş, zaten kesinlikle değişmek istememiş. Bu amca iki sene önce emekli olarak Türkiye’ye kesin dönüş yaptı. İnanılması güç ama ‘ nasıl olsa geri döneceğiz’ saplantısı ile evine hiçbirşey almamış, hiçbirşey. İlk geldiğinde eskilerden toplayıp düzdüğü evden otuzbeş sene sonra çıktı. Televizyon bile almamış, evindeki tek teknolojik alet geri dönenlerden birinin bıraktığı radyo. Biliyorum burada yazanlar size özelliklede Türkiye’de yaşayanlara hikaye gibi gelebilir ama çok fena gerçek. Ayrıca bir süre sonra tesadüfen konuşma olanağı yakaladığım eşinin, amca hakkında anlattıklarına bakılırsa altmış yaşına ramak kala dahi eşini dövme performansından da hiçbirsey kaybetmemiş. Ben Avrupa’daki Türkler hakkındaki izlenimlerime en dehşet verici bir örnekle başladım bu sizi korkutmasın, diğer göçmenlerin durumu bu kadar vasat değil tabiki. Fakat ilerleme konusunda hafife alınmayacak kadar geri olanların sayısı hiçte küçümsenmeyecek durumda.

            İlk gelen kuşağın büyük bir bölümü, beş sene sonra geri dönme düşüncesine kapıldıkları ve nasıl olsa dönecekleri varsayımları ile yaşadıkları için, bu ilk beş seneyi sadece çalışarak geçirmişler. Dil öğrenmek, insanları tanımak, yaşam standrtlarını değiştirmek gibi mücadelelere kapılmamışlar. Amaç yeterli parayı biriktirip tez zamanda geri dönmekmiş.

            Göçenler işci amacı ile alındıkları için genç insanlar. Tanıştıkları yabancıların başlıca soruları; ‘ siz Türklerin yaşantıları nasıldır?’ ‘ geldiğiniz şehir Türkiye’nin neresinde?’ ‘ nasıl bir kültüre sahipsiniz?’ Bu sorular göçmenlere kültürlerinin önemini hatırlatmış.

            Pek çoğu genç yaşlarda Avrupaya gelen bu kuşak, daha kendi kültürünü tam öğrenemeden kendilerini anlatma çabasına düşmüşler ve farkına varmadan yarım yamalak ezberledikleri türklüklerine kendi çaplarında yakıştırmalar yapmışlar ve bunlara sıkısıkıya bağlanmışlar.

            Oysa insan kendi kültürünü belli bir sürede öğrenemez ancak yaşayarak içine sindirir. Hele ki Anadolu gibi bir kültür yuvası olan topraklardan geliyorsan, öyle bir hamlede kültürünü öğrenemessin. Daha yirmili yaşların başında yola çıkıpta bir başka kültürün içerisine girip yabancılara anlattığın kültür senin bildiğin değil, sandığın kültürdür. Kültürü öğrenmek insanın doğumundan ölümüne kadar süren bir eğitimdir.

            Yaşantımızdan örnek verelim;

Çocuklar bayramlarda üzerlerine düşen görevleri, önce görerek sonrada yaşayarak öğrenirler ve aynı zamanda büyüdüklerinde yapmaları gerekenleri örnek alırlar. Çocukluğunda Hıdırillezi yaşamayan biri büyüyünce gerekli bile görmez. Hiç kimse kendi düğününü yaşamadan Türk düğününün inceliklerini bilemez, öğrenemez sindiremez. Sadece başkalarının düğününden o düğün kültürünün kabasını ezberler.

            Daha öncede belirttiğim gibi eksik kültürle yola cıkan bu kuşak, bildikleri zannettikleri fakat ezberlemiş oldukları, varsayımlarla uc uca ekleyip hiç töleranssız yaşama yanlışına düştükleri kültürleri ile,geldikleri topluma vede yaşadıkları topluma uzak kalmışlardır. Oysa yaşadığın topluma uyum sağlamak, kendi kültürünü unutmak değildir. Ezberledikleri töreler ve toplumsal kuralların yanlışlıkları ülkelerinde zamanla ve ilerleme ile çözülürken,yeniliklere Avrupalılaşma kaygısı ile kapalı olan Türk göçmenleri, birgün anavatana geri döndüklerinde kültür karmaşası yaşamışlardır. Burada evine televizyon dahi almayan Nevşehirlininin Türkiye’deki torunlarının internette dünyayı dolaşmalarına şaşırması gibi.

            Denizli’li bir göçmenle Kars’lı bir göçmenin kültürlerini yaşamada farklılıkları olması doğaldır.İnsan hep kendi yaşadığını doğru bilirse, diğerlerinin farklılıklarını doğal karşılamakta güçlük çeker ve bu çekim gücü insanlara kendi kabuğuna sığınma hatasını yaptırır. Bu hataya düşen bir kısım göçmen Türkler, hayatlarını iş, ev aile olarak sınırlandırmışlardır ki buda tek varlıkları olduğu sandıkları cocuklarına aşırı bağlanma, onlardan kopmaktan korkma ve bu korku ile bulundukları ülkenin yabancı oldukları kültürlerinden çocuklarını uzak tutma çabasına dönüşmüştür.

            İşte bu noktada kuşak çatışması farklı bir boyutla başlar. Çocuklar yaşadıkları ülkenin insanları ile dost, arkadaş hatta sevgili olurken, aileler çocuklarını kendilerinden koparan bu kültüre düşman olmaya ve çocuklara da bunu aşılamaya başlarlar.

           

            Bütün bu uyumsuzluklarla beraber elbette uyum sağlayanlar olmuştur. Hem kendi kültürünü yaşayarak hemde yeni tanıştığı kültüre saygı duyarak vede anlayarak daha korkusuz daha kendine güvenenlerde olmuştur. Fakat bu kıymetli bölüm ne yazık ki azınlıkta kalan bir bölümdür.

            Bugün Avrupada yaşayan Türklerin marketleri, restorantları, camileri ,serbestce konusabildikleri dilleri vardır. Avrupalılar insanların inançlarını ve kültürlerini yaşamalarına saygı duyabilme olgunluğuna erişebildikleri için Türkler bu bahsettiğim etkinlikleri üç kuşak bir arada rahatça yaşayabilmektedirler.

            Bütün bu hoşgörüye rağmen biz hala içinde yaşadığımız ve kendi isteğimizle geldiğimiz bu kültürün insanlarına, yediklerine, içtiklerine ve yaşam tarzlarına alaycı eleştiriler yapmama anlayışla karşılama olgunluğuna erişememişiz. Onlar bayramlarımızda çocuklarımıza okul tatili verebilirken biz onların, noelde çam süslemelerine, paskalyada yumurta boyamalarına dayanamıyorsak, yani başka bir kültüre saygı duyamıyorsak,

            Kendi kültürümüze sahip çıkabiliyor muyuzdur?

           Yada kültür bilincinin farkında mıyızdır?

 

Günel Erdem

15.10.05

Salzgitter

 

Anasayfa | ANKARA | Otobüs | Avrupa I | Avrupa II | Avrupa III | TÖRÖRİST | İlk An İlk Analiz | 10 Kasım

Yenilik: 22.04.11