DALAKÇI GENÇLİK Ali Bozdağ

09.11.12

Anasayfa
Yukarı
Dalakçı
Bir türkü
Ölmesin
Hayata dair
KIK Berlin
Ümmügülsüm Ablama
Konu Şehitlerimiz

 

 

.............. Ali Bozdağ

 

Ben ve Köyüm

Yaş kırk nereden nereye geldik ilk önce biraz kendimden bahsedeyim ihtimalle bu sayfaya giren yüzlerce insan beni tanımıyordur. Ben Mürtezinin (Murtaza) oğlu Ali, başka bir değimle Kayenin Anşanın (Ayşe) oğlu Ali. 1963 ü 1964 e bağlayan dönemde Kırşehir de  doğmuşum Doğum tarihim hep tartışmalara gebedir. O zaman orada olanlar ve annem henüz karar veremediler kar yağdı mı yağmadı mı, Sobalar kuruldu mu kurulmadı mı, Üzümler tevek oldu mu olmadı mı ama anlaşılan o ki ben 1963 Ekim ile 1964 Yılbaşı arası doğmuşum. 3 yaşına kadar cami önündeki evimizin civarında oynamışımdır belki, ben hayatı Erzurum’da tanıdım yaşım beş, ev boyu kar, benden büyük çaydanlık aklımda kalan. Sonra köye geldik gerisin geri Kadir amcamın

şimdiki bakkalında oturduk. Birkaç ay sonra taşındık. Safi dayımın evine. Yamacın köyle birleştiği yer bizimdi artık, yok yanlış anlaşılmasın satın falan almadık, daha doğrusu alamadık. Oturduk hayrına sadece, bağımız bahçemizde yoktu, sonra bir sarı inek, 5 koyun birde Adabağ’da bağ. Okula başladım tam bu sırada acemi küçük ve cılız olduğum için olsa gerek en öne oturttu yüksel öğretmen, Ünsal’ın boynuma batırdığı kalem ilk ağlayışımdır bugün boş duran okulda, sonra geçti yıllar.

 

Hep iyi anılar mı var? yok ağladığım bir çok anı var tabi, iki örnek vereyim isterseniz bilmem kaç öğrenci su köye gelirken piknik diye çalışmaya gitmiştik, sıra sıra dizildik en güzel yiyeceklerden oluşan azığımızı bir kenara bıraktık ve koyulduk çalışmaya yoruldum, dayanamadım sağ olsun Zalka bacımın Senem yetişti imdadıma benim yerimede çalıştı. Hele şimdiki Dernek (Bizim zamanımızda okuldu) yapılırken tuvalet yıkılmış üstü açıktı cesareti olan gidiyordu, ben utanırdım bir gün eve gitme fırsatım olmadı pantolon doldu hala utanırım.

 

Dişikitlinin evi ile Cami önündeki evimiz arasındaki yol köyümüzün ana yoludur. Koyun kuzu da oradan geçer, çerçici de, Cemal amcanın münübüsü de, kenarına biriken toz tam bir karış olurdu. Biz orada uygun taşlardan yaptığımız arabalarla oynarken yaptığımız yollar bugünün otoyollarından iyi düşünülmüş, her türlü ihtiyacı karşılayan yollardı. Hiç bozmazdık, zaten bozunca kavga çıkardı.

 

İlk okul bitti bizler dağıldık. Ben Ankara’ya gittim Kuşcağız Dalakçıyı aratmayacak nitelikteydi. Evimizin karşısında Tapanoğlunun Omar, onların evinin karşısında Hurşut amcanın evi, arka cepede Külüklü (Mehmet) dayım, onun evinin arkasında Güssün teyzemgil ve Alo nun bakkalı. Bekarhane diye adlandırdığımız küçük odalarda Fati teyzemin Cemal ve Fadime teyzemin Hasseyin, bir yan odada Zibilcinin şaban ve diğerleri şimdi orda misket oynadığım yer yok. Vizyontele de anlatılan konuyu ben orada yaşadım. Saat akşamın yedisi olduğu an bizim ev bir sinema gibi dolardı, küçükler önde düz çökmüş, yaşlılar somyada otururdu, haberler ve sonra bir dizi veya bir çizgi film. Pembe panter yeni bitmişti ki ben  on yedi yaşıma bastm, sevda dolu yüreğimi ve misketlerimi bırakıp Almanya’ya geldim.

 

Ben Almanya’yı sevmedim sevemedim

 

Rahat değil mi? Rahat, Ekonomik olarak iyi ama güler yüz yok herkes bir telaş içinde sosyal yaşam yok.

 

Kiminle konuşsam  hep eskilerden bahsediyor yada yeni aldığı arabası veya evi başka konuşulacak konu yok, dedim ya sosyal hayat yok. Hepimizin gerçekleşmeyecek hayalleri var bilmem hangi fabrikanın aynısı bizim köyde olsa! birde soru arkasına olmazımı? Çalışmazımı? olur dersiniz mecburen olmaz olmaz ama sizinde hayallerinize yakındır sizinde vardır benzeri hayalleriniz. Birde gerçekleşmesi imkanlı hayaller vardır Dalakçıya bir Çocuk Bahçesi gibi, hani birkaçımız el ele versek olacak bir şey, işte o zaman başlarız tartışmaya vay oynayacak çocuk nerede vs. sanki çocuk bahçesini yaptık sıra oynayacak çocuğa geldi. Hani bir şeyi yapmayı istemeyen politikacılar vardır ya, onlar gelir hep aklıma. Onlar yapılmayacak şeyleri söyler ve geriye çekilirler ne zaman birisi olacak bir şey söylese bir yaygarayla bastırırlar, sustururlar herkesi çünkü işin ucunda iş yapmak var. Nereden geldim gene ben buraya sosyal yaşam yok demiştim insanlar telefonda kutluyor bayramları el öpmüyor çocuklar. Bayram harçlığı için ne kadar güzeldi bayramda ev ev dolaşmak unuttuk mu ki çocuklarımıza yasaklıyoruz! hem nesi ayıp ki? Ben bir nisanda Fadime teyzemin tülbendini başından kaptığım gibi kaçardım bir yumurta uğruna. Ramazanlıkta erliğe kalkardım çığırtma yemek için ve tereviye (Teravi) giderdim iki tane bisküvi bir lokum uğruna. Var mı Almanya’da yaşayıp ta kengerin tadını anlatabilecek veya bir alman arkadaşımız sorsa alıcın tadı nasıl diye, ne cevap veririz! zor değil mi? işte budur bizi onlardan ayıran. İzinde denize gidenler görünce keçiboynozunu nasılda dalıyorlar geçmişe. Sizleri bilmem ama ben kırık leblebiyi özledim.

 

Küçük kızım atlıkarıncaya ne zaman binse düven gelir aklıma, ne zaman havuza gitsek Seyfe gelir aklıma. Hele bir gün Seyfe dönüşü Kütük amcaların evinden istemiştim dürümü Kütük amca Almanya’dan izine gelmiş kimin oğlu olduğumu sordu Kayenin anşanın dediğimde kızdı bana ‘Senin Baban yok mu?’ babamla aynı şehirde kalıyorlarmış saçımı sıvazladıktan sonra iki somun bolca kare şeklinde peynir verdi. İlk defa görmüştüm kare şeklinde peyniri Ooluum biz hergün yiyok diyenin bini bir para. Üzümü yolda biz çaldık kimin bağından bilmem ama tadı hala damağımda. Yaşam kısacık kaç yıla sığdırsanız sığdırın hep kısa dostlarınız yoksa arkanızdan iyi laflar edecek. İster zengin isterse fakir ölün Musalla taşında herkes iyi der ama sonra küfürle anılırız.

 

Aristoteles bir yazısında ırmakta yaşayan küçük canlılardan söz eder: Ömürleri bir gündür.
Bunlardan sabah 8'de ölen genç ölmüş sayılır; akşam 5'te ölen ise yaşlı.
.. Montaigne ünlü "Denemeler"inde sorar: "Bu kadarcık bir ömrün bahtlısını, bahtsızını hesaplamak hangimize gülünç gelmez? Sonsuzluğun, dağların, nehirlerin, yıldızların, ağaçların yanında bizim hayatımızın uzunu - kısası da böyle gülünçtür." Son yılların en gözde akımlarından biri "uzun yaşam hırsı"... Modern tıp, ömrün sınırlarını zorlayan buluşlar elde ettikçe, tarihi  boyunca "ölümsüzlük iksiri"nin peşinde koşmuş insanoğlunun iştahı kabarıyor. "Antiaging" denilen "yaşlanmayı geciktirme" iddiasındaki hücre tedavileri, hormonlar, ilaçlar, diyetler hep aynı hedefin peşinde: Ölümü erteleyebilmek... Biraz daha fazla yaşayabilmek....

 

Uzun değil iyi yaşayabilmek sanattır diye düşünüyorum hep güler yüz kolay iş değil ama en güzeli.

 

Macaristan’daydım geçen hafta. Fabrika girişinde bir iğde ağacı inanın Dalakçıyı görmüş kadar sevindim. Olmamış iğdeden attım ağzıma, tadı çok kötüydü ama her şeye rağmen oh be dünya varmış dedirtti bana, hatırlıyorum da Necati’nin evine Hannover e gitmiştim birkaç yıl önce kapısının ön cephesinde belki on metrekareden oluşan çimenliğin ortasında tahminen yüz yıllık bir ağaç, uzun, gür ve geniş hemen dibinde birkaç çiğdem. Necati çiğdemleri Dalakçıdan getirdim dediğinde o boynu bükük çiğdem bir anda yüz yıllık ağaçtan gür geldi gözüme bir anda Dalakçıda köy tarlasında çiğdeme gittim. Hatta gelin ata bindi gözümün önünde.

Vay çocukluğum vay geçti gitti de haberim olmadı.

 

Benim çocukluğumda Zıpırın Hasseyin in oğlu Efreyim (Efrayim Genç) Köye bir kamyonla gelmişti ki dillere destan (TIR) biraz abartarak elli tekeri olduğunu söyler akraba olduğumuz içinde ayrıca gurur duyardık. Şimdi çocukların uzaktan kumandalı arabalarına bakıyorum da Şemsi Yastıman usulü Ceketi elime geçirip çelik çomak oynamak istiyorum.

 

Dostlıklar kurduk İzmirli, Trabzonlu kısacası Türkiyeli insanlarla ama Aşırın niçin yumurtayı sevmediğini anlatıp, gülmek için Dalakçılı gerek Mıllasana, Körtasine gülmek, düşünmek herkesin harcı değil. Dalakçılı olmak gerek.

 

Güzellikler, anılar bıraktık üç dağın arasında Ali Erbaş sayfamızda yayınlanan denemelerinde çok güzel anlatmış güneşin o eşsiz doğuşu ve derin güzellik bıraktığım yerde duruyor. Duruyor mu yamacın arkasında batan güneş? varsam bir kış günü kaysam yamaçta ıslanırsa pantolonum kurutur mu yamaçta akşamüzeri soğuğa inat duran güneş. Heycan veren kayışlarımız geldi aklıma, kazım amcamın küllüğünden aşınca nasılda yüreğim ağzıma gelirdi. Annemin yazdan kalan ayakkabıları veya bir naylon torba hele bir gün Ergül ayağına kırık sandalyenin arka ayağından oluşan kızakları takmış, elinde iki çubuk yamaca gelmişti ki kayamadı ama değim yerindeyse havası yeterdi.

 

Neredan başlarsam başlayım konuyu evirip çevirip dalakçıya getiriyorum. İçgüdüsel olsa gerek belkide zaman içerisinde oluşmuş boşlukları dolduruyor veya doldurmaya çalışıyorum. Belki birçoğumuz gibi Dalakçı’lı olmakdan gurur duyuyorum. Sevgili Güneş’in gönderdiği Gazetemizi Dalakçılı olmayanlara gösteriyor  düşüncelerini alıyorum. Bazıları merakla bakıp kutluyorlar emeği geçenleri, Bazıları da okurken keşfettikleri imla hatalarını göstererek gülüyorlar.

 

Taş ustası Mehmet geliyor aklıma, geçen yaz Kırşehir'deki evimize taş duvar yaptırırken gözlemlediğim taş ustası, bazı taşları aldığı gibi bir veya iki kere çevirdikten sonra uygun yere koyuyor, bazılarını da eviriyor çeviriyor bir türlü olmuyor.

 

Ya o taşın geometrisi hiç bir yere uygun değil yada usta göremiyor.

Ya o taşı elindeki çekiçle onlarca darbe sonrası uygun hale getiriyor yada bir kenara bırakıp uygun bir yer oluşunca / oluşturunca kullanıyor.

 

İkincisi Sanat, birincisi beceri tabi ki taş istediği şekilde kırılırsa.

Kırarak denemek riskli, işin ehli olmak ben ustayım kırar yaparım demeden uygun yeri yaratmaktan geçiyor.

Ustanın yanındaki amele boşluğu dolduracak taşı ustaya sunuyor veya sunabiliyorsa işte o zaman becerikli bir ekip oluşuyor.

Okul yıllarında matamatik profösörü Eğitmenimizin sözleri hala kulağımda.

 

Çok okumak (okul) insanı olgunlaştırmaz sadece başkalarının tecrübesi ve bilgisini aktarır. Olgun olmak bazen başka görüşleri dinlemek, doğruluğuna inanmasak da onun görüşü olarak kabul etmektir. Bir odada üç kişi varsa ve o odadan dört kişi çıkarsa dodaya bir kişi girdiğinde o oda boştur demek sadece okul teorisidir. Başkalrını sadece dinlemek bitiş tezi yazmakdan zordur çünki bitiş tezinizde size ait o kadar az şey varki yıllar sonra tezinizdeki çok şeyi gülünç bulacak ve sizin görüşünüz olmadığı için mutlu olacaksınız işte ozaman yanınızda size bağımlı olmadığı halde birileri varsa daha geç sayılmaz. Onlara bir çiçek alın   demişti.

 

Bu gün eve yine çiçeksiz geldim eşim beni hala seviyorsa uygun ortamı yaratmak için bekleyen bir usta, bense geometrisi hiçbir yere uymayan taş olmamak için uğraşmam gerektiğini bugün bir daha anladım.

 

Bu gün eşinize, sevdiğinize veya annenize bir çiçekle gidin, kalmadıysa hiçbiri akvaryumdaki balığınıza bir gülücük götürün.

Hep dertlerle değil bugün mutluluk götürün.

 

Ali Bozdağ

 

 

Anasayfa | Ali Erbaş | Günel Erdem | Necati Genç | Sadi Erbaş | Ali Bozdağ | Hacı Ercan | Ulaş Köksal | Ceray Ceylan | Oktay Erbaş | Yakup Cemil

Yenilik: 22.04.11