.............. Ali Bozdağ
Ben ve Köyüm
Yaş kırk nereden nereye geldik ilk önce biraz kendimden
bahsedeyim ihtimalle bu sayfaya giren yüzlerce insan beni tanımıyordur. Ben
Mürtezinin (Murtaza) oğlu Ali, başka bir değimle Kayenin Anşanın (Ayşe) oğlu
Ali. 1963 ü 1964 e bağlayan dönemde Kırşehir de doğmuşum Doğum tarihim hep
tartışmalara gebedir. O zaman orada olanlar ve annem henüz karar veremediler
kar yağdı mı yağmadı mı, Sobalar kuruldu mu kurulmadı mı, Üzümler tevek oldu
mu olmadı mı ama anlaşılan o ki ben 1963 Ekim ile 1964 Yılbaşı arası
doğmuşum. 3 yaşına kadar cami önündeki evimizin civarında oynamışımdır
belki, ben hayatı Erzurumda tanıdım yaşım beş, ev boyu kar, benden büyük
çaydanlık aklımda kalan. Sonra köye geldik gerisin geri Kadir amcamın
şimdiki bakkalında oturduk. Birkaç ay sonra taşındık. Safi dayımın evine.
Yamacın köyle birleştiği yer bizimdi artık, yok yanlış anlaşılmasın satın
falan almadık, daha doğrusu alamadık. Oturduk hayrına sadece, bağımız
bahçemizde yoktu, sonra bir sarı inek, 5 koyun birde Adabağda bağ. Okula
başladım tam bu sırada acemi küçük ve cılız olduğum için olsa gerek en öne
oturttu yüksel öğretmen, Ünsalın boynuma batırdığı kalem ilk ağlayışımdır
bugün boş duran okulda, sonra geçti yıllar.
Hep iyi anılar mı var? yok
ağladığım bir çok anı var tabi, iki örnek vereyim isterseniz bilmem kaç
öğrenci su köye gelirken piknik diye çalışmaya gitmiştik, sıra sıra dizildik
en güzel yiyeceklerden oluşan azığımızı bir kenara bıraktık ve koyulduk
çalışmaya yoruldum, dayanamadım sağ olsun Zalka bacımın Senem yetişti
imdadıma benim yerimede çalıştı. Hele şimdiki Dernek (Bizim zamanımızda
okuldu) yapılırken tuvalet yıkılmış üstü açıktı cesareti olan gidiyordu, ben
utanırdım bir gün eve gitme fırsatım olmadı pantolon doldu hala utanırım.
Dişikitlinin evi ile Cami önündeki
evimiz arasındaki yol köyümüzün ana yoludur. Koyun kuzu da oradan geçer,
çerçici de, Cemal amcanın münübüsü de, kenarına biriken toz tam bir karış
olurdu. Biz orada uygun taşlardan yaptığımız arabalarla oynarken yaptığımız
yollar bugünün otoyollarından iyi düşünülmüş, her türlü ihtiyacı karşılayan
yollardı. Hiç bozmazdık, zaten bozunca kavga çıkardı.
İlk okul bitti bizler dağıldık.
Ben Ankaraya gittim Kuşcağız Dalakçıyı aratmayacak nitelikteydi. Evimizin
karşısında Tapanoğlunun Omar, onların evinin karşısında Hurşut amcanın evi,
arka cepede Külüklü (Mehmet) dayım, onun evinin arkasında Güssün teyzemgil
ve Alo nun bakkalı. Bekarhane diye adlandırdığımız küçük odalarda Fati
teyzemin Cemal ve Fadime teyzemin Hasseyin, bir yan odada Zibilcinin şaban
ve diğerleri şimdi orda misket oynadığım yer yok. Vizyontele de anlatılan
konuyu ben orada yaşadım. Saat akşamın yedisi olduğu an bizim ev bir sinema
gibi dolardı, küçükler önde düz çökmüş, yaşlılar somyada otururdu, haberler
ve sonra bir dizi veya bir çizgi film. Pembe panter yeni bitmişti ki ben on
yedi yaşıma bastm, sevda dolu yüreğimi ve misketlerimi bırakıp Almanyaya
geldim.
Ben Almanyayı sevmedim sevemedim
Rahat değil mi? Rahat, Ekonomik
olarak iyi ama güler yüz yok herkes bir telaş içinde sosyal yaşam yok.
Kiminle konuşsam hep eskilerden
bahsediyor yada yeni aldığı arabası veya evi başka konuşulacak konu yok,
dedim ya sosyal hayat yok. Hepimizin gerçekleşmeyecek hayalleri var bilmem
hangi fabrikanın aynısı bizim köyde olsa! birde soru arkasına olmazımı?
Çalışmazımı? olur dersiniz mecburen olmaz olmaz ama sizinde hayallerinize
yakındır sizinde vardır benzeri hayalleriniz. Birde gerçekleşmesi imkanlı
hayaller vardır Dalakçıya bir Çocuk Bahçesi gibi, hani birkaçımız el ele
versek olacak bir şey, işte o zaman başlarız tartışmaya vay oynayacak çocuk
nerede vs. sanki çocuk bahçesini yaptık sıra oynayacak çocuğa geldi. Hani
bir şeyi yapmayı istemeyen politikacılar vardır ya, onlar gelir hep aklıma.
Onlar yapılmayacak şeyleri söyler ve geriye çekilirler ne zaman birisi
olacak bir şey söylese bir yaygarayla bastırırlar, sustururlar herkesi çünkü
işin ucunda iş yapmak var. Nereden geldim gene ben buraya sosyal yaşam yok
demiştim insanlar telefonda kutluyor bayramları el öpmüyor çocuklar. Bayram
harçlığı için ne kadar güzeldi bayramda ev ev dolaşmak unuttuk mu ki
çocuklarımıza yasaklıyoruz! hem nesi ayıp ki? Ben bir nisanda Fadime
teyzemin tülbendini başından kaptığım gibi kaçardım bir yumurta uğruna.
Ramazanlıkta erliğe kalkardım çığırtma yemek için ve tereviye (Teravi)
giderdim iki tane bisküvi bir lokum uğruna. Var mı Almanyada yaşayıp ta
kengerin tadını anlatabilecek veya bir alman arkadaşımız sorsa alıcın tadı
nasıl diye, ne cevap veririz! zor değil mi? işte budur bizi onlardan ayıran.
İzinde denize gidenler görünce keçiboynozunu nasılda dalıyorlar geçmişe.
Sizleri bilmem ama ben kırık leblebiyi özledim.
Küçük kızım atlıkarıncaya ne zaman
binse düven gelir aklıma, ne zaman havuza gitsek Seyfe gelir aklıma. Hele
bir gün Seyfe dönüşü Kütük amcaların evinden istemiştim dürümü Kütük amca
Almanyadan izine gelmiş kimin oğlu olduğumu sordu Kayenin anşanın dediğimde
kızdı bana Senin Baban yok mu? babamla aynı şehirde kalıyorlarmış saçımı
sıvazladıktan sonra iki somun bolca kare şeklinde peynir verdi. İlk defa
görmüştüm kare şeklinde peyniri Ooluum biz hergün yiyok
diyenin bini bir para. Üzümü yolda biz çaldık kimin bağından bilmem ama tadı
hala damağımda. Yaşam kısacık kaç yıla sığdırsanız sığdırın hep kısa
dostlarınız yoksa arkanızdan iyi laflar edecek. İster zengin isterse fakir
ölün Musalla taşında herkes iyi der ama sonra küfürle anılırız.
Aristoteles bir yazısında ırmakta
yaşayan küçük canlılardan söz eder: Ömürleri bir gündür.
Bunlardan sabah 8'de ölen genç ölmüş sayılır; akşam 5'te ölen ise yaşlı...
Montaigne ünlü "Denemeler"inde sorar: "Bu kadarcık bir ömrün bahtlısını,
bahtsızını hesaplamak hangimize gülünç gelmez? Sonsuzluğun, dağların,
nehirlerin, yıldızların, ağaçların yanında bizim hayatımızın uzunu - kısası
da böyle gülünçtür." Son yılların en gözde akımlarından biri "uzun yaşam
hırsı"... Modern tıp, ömrün sınırlarını zorlayan buluşlar elde ettikçe,
tarihi boyunca "ölümsüzlük iksiri"nin peşinde koşmuş insanoğlunun iştahı
kabarıyor. "Antiaging" denilen "yaşlanmayı geciktirme" iddiasındaki hücre
tedavileri, hormonlar, ilaçlar, diyetler hep aynı hedefin peşinde: Ölümü
erteleyebilmek... Biraz daha fazla yaşayabilmek....
Uzun değil iyi yaşayabilmek
sanattır diye düşünüyorum hep güler yüz kolay iş değil ama en güzeli.
Macaristandaydım geçen hafta.
Fabrika girişinde bir iğde ağacı inanın Dalakçıyı görmüş kadar sevindim.
Olmamış iğdeden attım ağzıma, tadı çok kötüydü ama her şeye rağmen oh be
dünya varmış dedirtti bana, hatırlıyorum da Necatinin evine Hannover e
gitmiştim birkaç yıl önce kapısının ön cephesinde belki on metrekareden
oluşan çimenliğin ortasında tahminen yüz yıllık bir ağaç, uzun, gür ve geniş
hemen dibinde birkaç çiğdem. Necati çiğdemleri Dalakçıdan getirdim dediğinde
o boynu bükük çiğdem bir anda yüz yıllık ağaçtan gür geldi gözüme bir anda
Dalakçıda köy tarlasında çiğdeme gittim. Hatta gelin ata bindi gözümün
önünde.
Vay çocukluğum vay geçti gitti de
haberim olmadı.
Benim çocukluğumda Zıpırın
Hasseyin in oğlu Efreyim (Efrayim Genç) Köye bir kamyonla gelmişti ki
dillere destan (TIR) biraz abartarak elli tekeri olduğunu söyler akraba
olduğumuz içinde ayrıca gurur duyardık. Şimdi çocukların uzaktan kumandalı
arabalarına bakıyorum da Şemsi Yastıman usulü Ceketi elime geçirip çelik
çomak oynamak istiyorum.
Dostlıklar kurduk İzmirli,
Trabzonlu kısacası Türkiyeli insanlarla ama Aşırın niçin yumurtayı
sevmediğini anlatıp, gülmek için Dalakçılı gerek Mıllasana, Körtasine
gülmek, düşünmek herkesin harcı değil. Dalakçılı olmak gerek.
Güzellikler, anılar bıraktık üç
dağın arasında Ali Erbaş sayfamızda yayınlanan denemelerinde çok güzel
anlatmış güneşin o eşsiz doğuşu ve derin güzellik bıraktığım yerde
duruyor. Duruyor mu yamacın arkasında batan güneş? varsam bir kış günü
kaysam yamaçta ıslanırsa pantolonum kurutur mu yamaçta akşamüzeri soğuğa
inat duran güneş. Heycan veren kayışlarımız geldi aklıma, kazım amcamın
küllüğünden aşınca nasılda yüreğim ağzıma gelirdi. Annemin yazdan kalan
ayakkabıları veya bir naylon torba hele bir gün Ergül ayağına kırık
sandalyenin arka ayağından oluşan kızakları takmış, elinde iki çubuk yamaca
gelmişti ki kayamadı ama değim yerindeyse havası yeterdi.
Neredan başlarsam başlayım konuyu
evirip çevirip dalakçıya getiriyorum. İçgüdüsel olsa gerek belkide zaman
içerisinde oluşmuş boşlukları dolduruyor veya doldurmaya çalışıyorum. Belki
birçoğumuz gibi Dalakçılı olmakdan gurur duyuyorum. Sevgili Güneşin
gönderdiği Gazetemizi Dalakçılı olmayanlara gösteriyor düşüncelerini
alıyorum. Bazıları merakla bakıp kutluyorlar emeği geçenleri, Bazıları da
okurken keşfettikleri imla hatalarını göstererek gülüyorlar.
Taş ustası Mehmet geliyor aklıma,
geçen yaz Kırşehir'deki evimize taş duvar yaptırırken gözlemlediğim taş
ustası, bazı taşları aldığı gibi bir veya iki kere çevirdikten sonra uygun
yere koyuyor, bazılarını da eviriyor çeviriyor bir türlü olmuyor.
Ya o taşın geometrisi hiç bir yere
uygun değil yada usta göremiyor.
Ya o taşı elindeki çekiçle onlarca
darbe sonrası uygun hale getiriyor yada bir kenara bırakıp uygun bir yer
oluşunca / oluşturunca kullanıyor.
İkincisi Sanat, birincisi beceri
tabi ki taş istediği şekilde kırılırsa.
Kırarak denemek riskli, işin ehli
olmak ben ustayım kırar yaparım demeden uygun yeri yaratmaktan geçiyor.
Ustanın yanındaki amele boşluğu
dolduracak taşı ustaya sunuyor veya sunabiliyorsa işte o zaman becerikli bir
ekip oluşuyor.
Okul yıllarında matamatik
profösörü Eğitmenimizin sözleri hala kulağımda.
Çok okumak (okul) insanı
olgunlaştırmaz sadece başkalarının tecrübesi ve bilgisini aktarır. Olgun
olmak bazen başka görüşleri dinlemek, doğruluğuna inanmasak da onun görüşü
olarak kabul etmektir. Bir odada üç kişi varsa ve o odadan dört kişi çıkarsa
dodaya bir kişi girdiğinde o oda boştur demek sadece okul teorisidir.
Başkalrını sadece dinlemek bitiş tezi yazmakdan zordur çünki bitiş tezinizde
size ait o kadar az şey varki yıllar sonra tezinizdeki çok şeyi gülünç
bulacak ve sizin görüşünüz olmadığı için mutlu olacaksınız işte ozaman
yanınızda size bağımlı olmadığı halde birileri varsa daha geç sayılmaz.
Onlara bir çiçek alın
demişti.
Bu gün eve yine çiçeksiz geldim
eşim beni hala seviyorsa uygun ortamı yaratmak için bekleyen bir usta, bense
geometrisi hiçbir yere uymayan taş olmamak için uğraşmam gerektiğini bugün
bir daha anladım.
Bu gün eşinize, sevdiğinize veya
annenize bir çiçekle gidin, kalmadıysa hiçbiri akvaryumdaki balığınıza bir
gülücük götürün.
Hep dertlerle değil bugün mutluluk
götürün.
Ali Bozdağ
|